Bir varmış, bir yokmuş… Bir zamanlar, bir asker yaşarmış. Yıllarca kralına hizmet etmiş, kaç kez görevde yaralanmış. Fakat savaş bittiğinde, kral ona şöyle demiş:
“Şimdi silahlarını bırakıp tarlana dönebilirsin. Artık sana ihtiyacım yok. Sadece bana hizmet edenlere ödeme yaparım, bundan sonra benden bir kuruş dahi alamazsın.”
Zavallı asker artık nasıl geçineceği hakkında kara kara düşünerek ağır adımlarla evine doğru yürümüş ve akşam saatlerinde büyük ormana varmış. Ormandaki bir evin içinde hafif bir ışık görmüş. Bu evde bir cadı yaşıyormuş.
“Hiç mecalim kalmadı, bana uyuyacak bir yer ve biraz da yiyecek içecek verir misin?” demiş cadıya.
“Hıh! Kim, kaçak bir askere boşu boşuna bir şey vermek ister ki? Ama eğer benim söylediklerimi yaparsan, sana biraz merhamet gösteririm ve seni yanımda barındırırım.” diye cevap vermiş cadı.
“Benden ne yapmamı istiyorsun?” diye sormuş asker.
“Yarından itibaren bahçemin topraklarını kazarak gevşetmeni istiyorum.” demiş cadı.
Asker hemen kabul etmiş. Ertesi gün, bütün gün boyunca çalışmış, fakat akşam olmasına rağmen işi bitirememiş.
“Görüyorum ki, bugün ancak bu kadarını yapabilmişsin. Ben seni bir gece daha barındırmaya razıyım, ama bu sefer bir sürü odun kesmen gerekiyor.” demiş cadı.
Ertesi gün asker yine bütün gün çalışmış. Fakat akşam olunca cadı, bir gece daha kalması gerektiğini söylemiş.
“Yarın yapacağın iş çok kolay. Evimin arkasında kurumuş eski bir kuyu var. İçine bir lamba düşürdüm. Bu lamba mavi ışık verir ve hiç sönmez. Onu bana getirmen lazım.” demiş askere.
Ertesi gün, yaşlı cadı askeri kuyunun yanına götürmüş ve onu büyük bir sepetle kuyuya indirmiş. Asker mavi lambayı bulmuş ve cadıya yukarı çekmesi için işaret etmiş. Cadı onu yukarı çekmiş ve asker kuyu ağzına ulaşmaya az kala lambayı almaya çalışmış. Asker, onun kötü niyetini fark etmiş ve:
“Hayır, lambayı sana veremem, önce tam yukarı çıkmam lazım.” demiş.
Cadı bunu duyunca, öfkeden deliye dönmüş ve askeri tekrar kuyunun içine fırlatmış, sonra gitmiş.
Zavallı asker kuyunun dibine çakılmış ama neyse ki yaralanmamış. Mavi lamba hala parlıyormuş, ama bunun ne önemi var ki? Ölümünün yakınlığını hisseden asker, sonsuz üzüntüyle uzun bir süre hareketsizce oturmuş. Sonra, istemsizce cebine elini atmış ve nargilesini bulmuş.
Sonra, nargilesini cebinden çıkarıp, mavi lambanın aleviyle yakmış. Duman, kuyunun dibinde yavaşça yükseliyor, kuyuda yayılıyormuş. Birden, koyu tenli bir küçük adam önünde belirmiş ve ona sormuş:
“Efendim, ne emredersiniz?”
“Ben sana nasıl emir verebilirim ki?” demiş asker.
“Size, ben her zaman yardım etmeye hazırım.” diye cevaplamış küçük adam.
“O zaman tamam, beni kuyudan çıkar.” demiş asker.
Küçük adam, askerin elini çekip, mavi lambayı alarak onu yer altından bir tünelden geçirmiş. Yolda, cadının sakladığı altın ve gümüşleri göstermiş, asker alabildiği kadar altın almış yanına.
Yeryüzüne döndüklerinde, asker küçük adama şöyle demiş:
“Şu cadıyı bağla ve yargılanmasını sağla.”
Çok geçmeden, cadı büyük bir yaban kedisinin üzerine binmiş halde korkunç çığlıklar atarak askerin önünden geçmiş. Bu sırada küçük adam:
“Yargılama tamamlandı, cadı cezasını çekti.” demiş.
Sonra küçük adam yine: “Efendim, başka bir isteğiniz var mı?” diye sormuş.
Asker cevaplamış: “Şu an yok, gidebilirsin. Ama seni çağırdığım an hemen gelmelisin.”
“Çağırmanıza gerek yok, efendim. Sadece mavi lambanın ateşiyle bir şey yakmanız yeter, yaktığınız an hemen yanınıza gelirim.” demiş küçük adam ve hemen gözden kaybolmuş.
Asker, yaşadığı şehre dönmüş en lüks otele yerleşmiş, pek çok güzel giysi yaptırmış ve otelden kendisine ihtişamlı bir oda hazırlamalarını istemiş. Her şey hazır olduktan sonra, lambadan çıkan küçük adamı çağırmış ve ona şöyle demiş:
“Hizmetimde olduğum dönemde, krala sadık kaldım, ama o beni sebepsizce kovdu, açlıkla sınandım. Şimdi bunun intikamımı almak istiyorum.”
“Bu konuda ne yapmamı istersiniz?” diye sormuş küçük adam.
“Gece olunca saraya git ve prensesi alıp, onu bana hizmetçi olması için getir.” demiş asker.
Küçük adam:
“Bu iş kolay ama sonrası sizin için tehlikeli olabilir.” demiş.
Gece yarısı çanlar çaldığında, askerin odasının kapısı birden açılmış ve küçük adam, prensesi sırtına alıp odaya getirmiş.
“Ah, geldin demek! Hadi, süpürgeyi al ve odayı iyice temizle.” demiş asker.
Prenses denildiği gibi etrafı süpürmüş. Temizlik bitince asker prensesi yine çağırmış ve şimdi de çizmelerini temizlemesini söylemiş. Prenses o kadar yorgunmuş ki gözlerini açmakta zorlanıyormuş, ama yine de sessizce, isteksizce denileni yapmış. Horoz öttüğünde, küçük adam prensesi tekrar saraya götürüp yatağına bırakmış.
Ertesi sabah, prenses babasına gidip ona garip bir rüya gördüğünü anlatmış:
“Beni biri sırtında taşıdı, yıldırım gibi bir hızla, bir sokaktan diğerine geçerek bir askerin yanına götürdü. Orada bir hizmetçi gibi ona hizmet etmeye zorlandım, odayı süpürüp, çizmelerini sildim. Her ne kadar bu sadece bir rüya olsa da, o kadar yorgunum ki, sanki gerçekten o işleri yapmışım gibi hissediyorum.”
“Belki de bu bir rüya değil. Beni iyi dinle, ceplerini bezelyelerle doldur ve cebinin üzerine küçük bir delik aç. Eğer birisi seni sırtında taşırsa, bezelyeler sokakta düşer ve böylece gittiğin yeri bulabiliriz.” demiş kral.
Kral bu sözleri söylerken, küçük adam gizlice etrafta saklanıyor ve her şeyi dinliyormuş. Gece olunca, küçük adam tekrar uyuyan prensesi sırtına alıp sokaklardan geçirmiş, gerçekten de cebinden bezelyeler dökülmüş ama hiçbir işe yaramamış. Çünkü küçük adam, önceden her sokağa bezelye dökmüş. Prenses, tekrar bir hizmetçi gibi zorla çalışmış, tıpkı önceki gece gibi, ta ki horoz ötene kadar.
Ertesi sabah, kral, izleri bulmak için adamlarını göndermiş, fakat bu çaba boşuna olmuş. Çünkü sokakların her birinde bir grup fakir çocuk bezelye topluyor ve:
“Dün gece kesinlikle bezelye yağmuru yağmış.” diyorlarmış.
“Başka bir yol bulmamız gerek. Yattığında, ayakkabılarını çıkarmamış ol. Oradan geri dönmeden önce tekini sakla, ben onu bulacağım.” demiş kral.
Kralın dediklerini lambadan çıkan küçük adam yine duymuş. O gece, asker küçük adama prensesi tekrar taşıması için emir vermiş ve küçük adam ona şöyle demiş:
“Bu sefer ne yapacağım bilmiyorum. Eğer odanızda bir ayakkabı bulurlarsa, başınız belaya girer.”
“Sen yine de söylediğim gibi yap.” demiş asker.
Sonunda, prenses üçüncü gece tekrar ağır işler yapmaya gitmiş, fakat bu kez, prenses geri götürülmeden önce, bir ayakkabıyı askerin yatağının altına saklamış.
Ertesi sabah, kral adamlarını şehri gezdirip prensesin ayakkabısını aratmış, sonunda askerin odasında bulmuşlar. Asker ise, küçük adamın defalarca ricası üzerine, aceleyle şehirden kaçmaya başlamış ama çok geçmeden yakalanıp zindana atılmış. Kaçarken unuttuğu çok önemli bir şey varmış: mavi lamba ve altınlar. Üzerinde sadece birkaç madeni para varmış.
Ağır zincirler takılı bir şekilde, hücre penceresinin önünde duruyormuş ve bir zamanlar birlikte savaştığı arkadaşını dışarıdan geçerken görmüş. Ve arkadaşı yaklaşınca camı tıklatmış ve ona demiş ki:
“Eğer benim otelde unuttuğum küçük çantayı alıp getirirsen, sana iyi bir miktar ödeyerek teşekkür edeceğim.”
Bunun üzerine arkadaşı çantayı alıp hızla geri getirmiş.
Arkadaşı ayrılır ayrılmaz, asker mavi lambadan küçük adamı çıkarmış.
“Endişelenme, nereye götürürlerse götürsünler, sen git, ama mavi lambayı unutma.” demiş küçük adam..
Ertesi gün, kral askeri yargılamış. Asker büyük bir suç işlemiş olmasa da, ölüm cezasına çarptırılmış. İp bağlanmadan önce son bir dilek dilemek istemiş.
“Ne dileği?” demiş kral.
“Son bir kez nargilemi yakmaya izin verin.” demiş asker.
“Yak bakalım, ama ne yaparsan yap ölümden kurtuluşun yok.” demiş kral alaycı bir şekilde.
Asker, nargilesini mavi lambanın aleviyle yakmış. Bir duman halkası yükselirken, küçük adam elinde sopayla hemen önünde belirivermiş ve :
“Efendim, ne emredersiniz?” demiş.
“Şu zalim yargıçları yere ser, o kötü krala da acıma sakın, bana çok kötülük yaptı.” demiş asker.
Küçük adam öfkeyle sopasını savurarak etrafındaki herkesi yere sermiş. Kral yere kapanmış, hayatını kurtarmak için askerle krallığını paylaşmayı kabul etmiş.
Henüz yorum yok