altin kaz

Bir zamanlar, üç oğluyla yaşayan bir adam varmış. Oğullarının en küçüğüne “Küçük Ahmak” derlermiş. İki ağabeyi sürekli onunla alay eder, onu küçümsermiş.

Bir gün, adamın en büyük oğlu ormana odun kesmeye gitmek istemiş. Annesi ona karnını doyurması için büyük bir kek ve bir şişe şerbet hazırlamış.

Ormana vardığında, yaşlı, beyaz saçlı bir adamla karşılaşmış. Yaşlı adam ona selam verdikten sonra şöyle demiş:
“Çok aç ve susuzum. Çantandaki kekten bir parça ve şerbetinden bir yudum verir misin?”

Bencil büyük oğul ise şu cevabı vermiş:
“Neden sana kekimi ve şerbetimi vereyim ki? Sana verirsem ben ne yiyeceğim, ne içeceğim? Çekil önümden!”
Bunu söyledikten sonra yaşlı adama ters ters bakıp yoluna devam etmiş.

Sonra ağaç kesmeye başlamış. Ancak kısa bir süre sonra baltayı yanlışlıkla ağaca değil, kendi koluna vurmuş, kolu yaralanmış. Bunun üzerine eve dönüp yarasını sarmak zorunda kalmış.

Ardından ikinci oğul ormana odun kesmeye gitmek istemiş. Annesi, büyük oğluna yaptığı gibi, ona da büyük bir kek ve bir şişe şerbet hazırlamış.

Ormana vardığında, o da aynı beyaz saçlı yaşlı adamla karşılaşmış. Yaşlı adam, ona yalvararak şöyle demiş:
“Lütfen, kekin ve şerbetinden biraz bana verir misin? Çok aç ve susuzum.”

Ancak ikinci oğul kaba bir şekilde şu cevabı vermiş:
“Sana yiyecek ve içecek veremem! Kendim aç kalacak değilim ya!”

Yaşlı adam, çaresiz bir şekilde ellerini uzatarak orada beklemiş. Ancak ikinci oğul ona hiç aldırış etmeden yoluna devam etmiş.

Sonunda onun başına da aynı şey gelmiş. Baltası ağaca değil, yanlışlıkla kendi bacağına saplamış ve bacağı yaralanmış. O da işini bitiremeden yaralı bir şekilde evine dönmek zorunda kalmış.

Bu sırada en küçük oğlu, babasına şöyle demiş:
“Baba, izin ver odunları ben kesip getireyim.”

Babası:
“Bak, iki ağabeyin odun kesmeye gittiler ve kendilerini yaraladılar. Sen hiç odun kesmedin, hiç bilmezsin, gitmesen daha iyi olur.” diye cevap vermiş.

Ancak küçük oğul ısrarla babasına yalvarıp durmuş. Sonunda babası dayanamayıp izin vermiş.

Annesi, ormanda yemesi için ona odun külünde pişirilmiş bir ekmek parçası ve bir şişe ekşimiş şerbet hazırlamış.

Ormana vardığında, o da aynı beyaz saçlı yaşlı adamla karşılaşmış. Yaşlı adam ona selam vererek şöyle demiş:
“Ekmeğinden biraz bana verir misin, bir yudum da şerbetinden?”

Küçük oğul şöyle cevap vermiş:
“Otur bakalım. Yanımda sadece odun külünde pişmiş bir ekmek ve ekşimiş şerbet var. Ama eğer beğenirsen, beraber yiyip içeriz.”

Böylece ikisi birlikte oturmuşlar. Ancak küçük oğlu odun külünde pişmiş ekmeğini çıkardığında, ekmek bir anda büyük bir pasta haline gelmiş, ekşimiş şerbet de lezzetli bir şerbete dönüşmüş.

Karınlarını doyurduktan sonra, yaşlı adam ona şöyle demiş:
“Sen çok iyi kalplisin, öğle yemeğini benimle paylaştın. Bu iyiliğine karşılık seni ödüllendireceğim. Şurada eski bir ağaç var, git onu kes. Gövdesinin içinde bir hazine bulacaksın.”

Küçük oğlu gidip ağacı kesmiş. Ağaç yere devrilir devrilmez, içinden tüylerinin tamamı saf altından olan büyük bir kaz uçarak çıkmış. Küçük oğul altın kazı kucaklayarak bir hana gitmiş ve geceyi orada geçirmiş.

Han sahibinin üç kızı varmış. Altından yapılmış gibi görünen bu güzel kazı görünce hepsi çok meraklanmış. Büyük kız içinden şöyle geçirmiş:
“Kesin bir yolunu bulup onun tüyünden bir tane koparmalıyım.”

Bu düşünceyle, küçük oğul odada değilken, büyük kız kazın kanadını tutmak için ileri atılmış. Ancak kanadı tutar tutmaz parmakları altın kazın tüylerine yapışmış ve bir türlü kurtulamamış.

Bir süre sonra ikinci kız odaya girmiş. O da kazın tüyünü koparmak istemiş. Ancak ablasına dokunduğu anda o da yapışıp kalmış.

Sonra üçüncü kız gelmiş. Ablaları ona bağırarak:
“Sakın yaklaşma!” diye uyarmışlar.

Ama üçüncü kız onları dinlememiş ve ablalarının ne yaptığını görmek için ileri gitmiş. Sonuç olarak o da yapışıp kalmış. Böylece üç kız kardeş, altın kazla birlikte geceyi geçirmek zorunda kalmışlar.

Ertesi sabah, küçük oğul altın kazını kucaklayıp yola koyulmuş. Ancak kazın tüylerine yapışmış olan han sahibinin üç kızının peşinden geldiğini fark etmemiş bile. Üç kız, küçük ahmağın arkasından sağa sola sallanarak koşturmaya devam etmişler.

İnsanların az olduğu büyük bir arazide yürürlerken, bir rahiple karşılaşmışlar. Rahip bu garip kafileyi görünce şaşırarak şöyle demiş:
“Hiç utanmanız yok mu? Bir grup genç kız, bir erkeğin peşinden böyle koşuyor, inanılır gibi değil!”

Rahip, üçüncü kıza doğru uzanarak onu çekmek için elini tutmuş, ama ne yazık ki o da kazın büyüsüne kapılmış ve yapışıp kalmış. Artık rahip de onlara katılmış.

Bir süre sonra, bu tuhaf manzarayı gören kilise görevlisi çıkagelmiş. Görevli, rahibin üç kızın peşinden koşturduğunu görünce şaşkınlıkla bağırmış:
“Rahip bey, nereye böyle aceleyle gidiyorsunuz? Bugün vaftiz töreniniz olduğunu unuttunuz mu?”

Bunu söyledikten sonra rahibin cüppesinden tutmaya çalışmış, ama o da rahiple birlikte kazın büyüsüne kapılıp gruba katılmak zorunda kalmış.

Bu sırada, tarlada çalışan iki çiftçi ellerinde tırmıklarla onlara doğru geliyormuş. Rahip, çiftçilere bağırarak kendisini ve kilise görevlisini kurtarmalarını istemiş. Çiftçiler rahibin elini tutar tutmaz, onlar da kazın büyüsüne kapılarak gruba eklenmişler.

Böylece, küçük oğulun arkasında kazın peşinden koşturan yedi kişi olmuş.

Bir gün, bu sıra dışı grup bir şehre varmış. Şehirde yaşayan kralın, kimsenin güldüremediği soğuk ve asık suratlı bir kızı varmış. Kral, kim kızını güldürmeyi başarırsa onunla evlenmesine izin vereceğini ilan etmiş.

Küçük oğul bunu duyunca, altın kazı ve peşinden gelen yedi kişilik kafilesiyle birlikte prensesin karşısına çıkmış. Prenses, bu tuhaf kafileyi görür görmez kahkahalara boğulmuş, durmadan gülmeye başlamış.

Prensesin güldüğünü gören küçük oğul, kraldan prensesle evlenmek için izin istemiş. Ancak kral, genç çocuğu damat olarak istemediği için itiraz etmiş ve bir şart koşmuş. Gence, bir mahzende bulunan tüm şerbetleri içebilecek birini bulup getirmesi gerektiğini söylemiş.

Küçük oğul hemen ormandaki eski ağacı kestiği yere gitmiş. Orada, daha önce karşılaştığı yaşlı adamı üzgün bir halde otururken bulmuş. Ona neden üzgün olduğunu sormuş.

Yaşlı adam şöyle yanıt vermiş:
“Susuzluktan ölüyorum. Ne içsem de faydası olmuyor. Soğuk su mideme dokunuyor. Bir fıçı şerbet içtim ama bu, kızgın bir taşı ıslatmaya çalışan bir damla su gibi; hiçbir işe yaramadı.”

Küçük oğul: “Sana yardım edebilirim.”

“Benimle gel, susuzluğunu kesinlikle gidereceğim.” demiş.

Küçük oğul, yaşlı adamı alıp kralın şerbet mahzenine götürmüş. Yaşlı adam şerbetleri içmeye başlamış. Durmadan içmiş, o kadar çok içmiş ki yorgunluktan belinde ağrılar hissetmeye başlamış. Akşam olana kadar tüm mahzendeki şerbeti bitirmiş.

Küçük oğul tekrar kralın karşısına çıkıp prensesle evlenmek istediğini söylemiş. Ancak kral öfkelenerek:

“Herkesin alay ettiği bir ahmak benim damadım mı olacak? Bu mümkün değil!” demiş.

Ardından, daha da zor bir şart koymuş: Genç, saraya birini getirmeliymiş; öyle biri ki bir dağ kadar büyük bir ekmek yığını yiyebilsin.

Küçük oğul yine ormanda kestiği ağacın olduğu yere gitmiş. Orada, beline sıkıca bir kemer bağlamış, üzgün bir adam oturuyormuş. Adam ona şöyle demiş:
“Koca bir fırın dolusu kara ekmek yedim, ama o kadar açım ki bu kadarı yetmiyor. Midem hâlâ bomboş. Açlıktan ölmemek için kemerimi böyle sıkmak zorunda kaldım.”

Küçük oğul bunu duyunca sevinçten havalara uçmuş ve hemen:

“Kalk! Seni öyle bir yere götüreceğim ki karnını doyurana kadar istediğin kadar yiyebilirsin.” demiş.

Küçük oğul adamı saraydaki ekmek yığınının olduğu yere götürmüş. Orada ülkenin her yerinden toplanan devasa bir ekmek yığını bulunuyormuş. Ormandan gelen adam ekmekleri yemeye başlamış ve büyük bir iştahla yemiş. Daha bir gün bile geçmeden, dağ gibi ekmek yığını tamamen tükenmiş.

Küçük oğul, üçüncü kez prensesle evlenmek istediğini söylemiş. Ancak kral yine bahaneler uydurmaya başlamış. Bu sefer, küçük oğuldan denizde de karada da gidebilen bir gemi bulmasını istemiş.

“Böyle bir gemiyle karşıma gel, o zaman kızımı sana veririm.” demiş kral.

Küçük oğul hemen ormana gitmiş ve beyaz saçlı yaşlı adamı bulmuş. Yaşlı adam ona şöyle demiş:
“Senin için o kadar çok şerbet içtim, o kadar çok ekmek yedim, şimdi de memnuniyetle sana denizde ve karada gidebilen bir gemi vereceğim. Tüm bunları senin için yapıyorum, çünkü bir zamanlar bana çok nazik davrandın.”

Böylece yaşlı adam, genç çocuğa su ve kara üzerinde gidebilen bir gemi vermiş. Kral bu gemiyi görünce artık genç çocuğun isteğini reddedememiş.

Sonunda, küçük oğul ve prenses evlenmişler. Kralın vefatından sonra küçük oğul tahta geçmiş ve krallığı çok iyi yönetmiş. Ülke zenginleşmiş ve halk mutlu bir şekilde yaşamını sürdürmüş.

Henüz yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir