Bir varmış , bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, çok eski zamanlarda dünyanın en kötü varlığı olan “şeytan” yaşarmış. Şeytan, doğru ile yanlışı tamamen tersine çeviren bir ayna yapmış. Bu aynada güzel olan her şey en çirkin şekilde görünüyormuş. Şeytan, bu aynayı her yere götürüp hırsızları kahramana, cadıları güzellik sembolüne, kötü kurbağaları krallara, iyiliği de suç haline getiriyormuş. Böylece dünya, şeytanın ellerinde tamamen çarpıtılmış bir yer haline gelmiş.
Şeytan bu durumdan son derece memnunmuş ve aynayı alarak melekleri canavara çevirmek için cennete gitmeye karar vermiş. Ancak cennete doğru uçarken, ayna birden tuhaf bir şekilde gülmeye başlamış. Şeytan aynayı kontrol edememiş ve bir anda ayna elinden düşerek yere çarpmış. Böylece, ayna milyonlarca parçaya ayrılmış, bu parçalar da dünyanın dört bir yanına yayılmış, dokundukları her şeye yapışmış.
Ayna parçaları gözlerine giren insanlar, her şeyi çirkin ve kötü görmeye başlıyormuş. Bazı parçalar insanların kalplerine girmiş; o andan itibaren bu kişilerin kalpleri buz gibi soğuk ve duygusuz hale gelmiş. Hatta bazı parçalar gözlük yapımında malzeme olarak kullanılmış. Bu gözlükleri takan insanlar, aydınlık ve güzel olan her şeyi karanlık olarak görüyormuş.
O zamanlar, büyük bir şehirde Kay ve Gerda adında iki arkadaş yaşıyormuş. Kış mevsiminde kar tanelerinin uçuştuğu bir akşam, Kay pencereden dışarı baktığında kocaman bir kar tanesinin köprüye düştüğünü görmüş. Kar tanesi büyüdükçe büyümüş ve sonunda bir kadına dönüşmüş. Kadının üzerinde, kar beyazı bir pelerin varmış. Vücudu parlak bir ışık saçıyor, gözleri ışıl parlıyormuş. Kadın, Kay’a el sallamış. Kay korkuyla başını eğmiş. Bir süre sonra kadın uçup gitmiş.
Kış geçince, bir gün Kay Gerda’yı görmeye gitmiş. Birlikte resim albümüne bakarlarken, dışarıdan bir çan sesi duyulmuş. Kay kafasını pencerenin dışına uzattığında, rüzgarla birlikte uçan aynanın bir parçası gözüne ve bir diğer parçası da kalbine girmiş. Bu olaydan sonra, iyi ve nazik olan Kay aniden duygusuz birine dönüşmüş. Kalbi buz gibi olmuş. Artık Gerda ile eskisi gibi iyi arkadaş değilmiş, tam aksine ona kötü davranıp dalga geçmeye başlamış.
Bir başka karlı kış mevsimi geldiğinde, zavallı Gerda, Kay kendisine kötü davrandığı için evde üzülerek ağlıyormuş. O sırada Kay, kızağıyla meydanda kayıyormuş. Aniden, büyük bir kızak Kay’ın yanından geçmiş. Kızaktaki kişi, Kay’a gülümsüyormuş. İşte o, tüm bedeni beyaz ışık saçan efsanevi Karlar Kraliçesi’ymiş. Karlar Kraliçesi’nin şapka ve botları tamamen kardan yapılmıştı.
Karlar Kraliçesi, Kay’a dönüp: “Gel, pelerinimin altına gir ve ısın.” demiş.
Kay, Karlar Kraliçesi’nin pelerininin altına girmiş. Kraliçe, Kay’ın başına asasını dokundurmuş ve:
“Artık üşümüyorsun, değil mi?” diye sormuş
Kay, o an asanın kalbinde bir buz gibi hissettirdiğini fark etmiş. O andan itibaren her şeyi unutmuş.
Karlar Kraliçesi, Kay’ı büyük kızağına oturtmuş ve onu gökyüzüne doğru uçurarak uzaklara götürmüş.
İlkbahar gelmiş, herkes Kay’ın öldüğünü düşünüyormuş. Gerda da buna inanmıştı ve bu yüzden üzüntüden daha fazla ağlıyormuş. Ancak kırlangıçlar ve parlak güneş ışığı, Kay’ın uzak bir yere gittiğini ve ölmüş olamayacağını ima ediyormuş sanki. Bir sabah, Gerda en sevdiği kırmızı ayakkabılarını giyerek Kay’ı aramaya karar vermiş. Şehrin uzak bir yerine gelmiş, bir kayığa binmiş ve kırmızı ayakkabılarını nehrin içine atarak Kay’ı bulmasına yardım etmesi için nehre yalvarmış.
Kısa bir süre sonra, nehir onu kayıkla büyük bir kiraz bahçesine götürmüş. Bahçede, çatısı kamıştan yapılmış bir kulübe varmış, içinde de tuhaf görünümlü yaşlı bir cadı yaşıyormuş. Gerda, Kay’ı aramak için çıktığı bu yolculuğu cadıya anlatmış. Cadı, Gerda’ya bu kadar üzülmemesini söylemiş ve onu birkaç günlüğüne misafir etmiş.
Ertesi gün, cadı Gerda’nın acısını unutmasını istediği için ona büyü yapmış ve onun tüm anılarını silmiş. Bir gün, Gerda cadının şapkasındaki gülleri görünce Kay’a güllerden bir çelenk yapacağına dair verdiği sözü hatırlamış. Bunun üzerine bahçedeki güllere Kay’ın nerede olduğunu sormuş. Güller, Kay’ın nerede olduğunu bilmediklerini, ama onun ölmediğini söylemişler. Bunu öğrenen Gerda, kiraz bahçesinden kaçmaya karar vermiş.
Bahçeden çıktığında, mevsimin artık sonbahar olduğunu fark etmiş. Ayakkabıları bile yokmuş ve ayakları çok acıyormuş. Ama yine de Kay’ı bulmak için acele etmeliymiş.
Kış gelmiş, kar yarım karış kalınlığa ulaşmış. Gerda, hem üşümüş hem de yorgun düşmüş. O sırada bir kuzgunla karşılaşmış. Kuzguna, Kay’ın nerede olduğunu bilip bilmediğini sormuş. Kuzgun, Kay’ın krallıkta bir bilmeceyi doğru yanıtladığını ve bu yüzden prensesle evlenerek artık bir prens olduğunu söylemiş.
Gerda, kuzgundan onu saraya götürmesini istemiş. Ancak saraya vardığında prensin Kay olmadığını anlamış. Prenses, Gerda’ya üzüldüğü için ona altından yapılmış bir fayton, bir çift kalın eldiven ve bir arabacıyla birkaç koruma vermiş.
Gerda, altın faytona binip sık ağaçlarla kaplı bir ormandan geçerken, kayaların arkasına saklanmış. Ama haydutlar yine de arabayı fark etmiş. Haydutlar saldırıp arabayı ele geçirmişler. Haydutların lideri, iri ve şişman bir kadınmış. Gerda’yı tam öldürecekken, kadın haydutun küçük kızı araya girip Gerda’nın affedilmesi için yalvarmış. Böylece Gerda’nın hayatı kurtulmuş.
Böylece, Gerda ve küçük kız arabaya binip haydutların mağarasına doğru yola çıkmışlar. Mağarada yüz tane güvercin dal üzerinde dinleniyormuş. Mağaranın tavanında iki kuş kafesi asılıymış ve içlerinde iki çift benekli güvercin varmış. Mağaranın bir köşesinde ise büyük bir ren geyiği duruyormuş. Gerda, küçük kıza Kay’ı arama hikayesini anlatmış.
Ertesi gün, küçük kız, haydutları nasıl ikna edebileceğini düşünmeye başlamış. Tam o sırada, benekli güvercinlerden biri:
“Guk guk! Kay’ın nerede olduğunu biliyorum!” diye seslenmiş.
Güvercin, Kay’ı Karlar Kraliçesi’nin kızağında otururken gördüğünü ve onun kuzeye, büyük ihtimalle Kuzey Kutbu’ndaki bir adaya doğru uçtuğunu söylemiş.
Küçük kız ve Gerda hemen ren geyiğine gidip oraya nasıl gidilebileceğini sormuş.
Ren geyiği: “Karlar Kraliçesi’nin sarayına gitmek için önce Lapland’a ulaşmanız gerekiyor.” demiş.
Bunun üzerine küçük kız, haydutların içeceklerine ilaç atıp uyutmuş ve Gerda’ya yemesi için iki somun ekmek ile büyük bir parça jambon vermiş. Sonra da Gerda’yı ren geyiğine bindirerek hızla kaçmasını sağlamış.
Ren geyiği, buz gibi soğuk karların içinde hızla koşmaya başlamış. Çok uzaklarda, kuzey ışıkları mavi bir alev gibi parlıyormuş. Yiyecekleri bittiğinde, nihayet Lapland’a ulaşmışlar.
Gerda ve ren geyiği, küçük bir kulübenin önünde durmuşlar. Kulübede yaşlı bir kadın yaşıyormuş. Ren geyiği, Gerda’nın hikayesini kadına anlatmış. Kadın, onlara biraz yiyecek verdikten sonra şöyle demiş:
“Karlar Kraliçesi’nin sarayına ulaşmanız için hâlâ bin beş yüz kilometreden fazla yol gitmeniz gerekiyor. O şu anda Finnmark denen bir yerde tatil yapıyor ve her gün kuzey ışıklarının mavi alevlerini etrafa yayıyor.”
Yola çıkmadan önce, yaşlı kadın kurutulmuş bir balık çıkarıp üzerine birkaç şey yazmış, sonra bunu ren geyiğinin sırtına bağlamış. Ren geyiği ve Gerda Kadına teşekkür ederek oradan ayrılmışlar ve kısa bir süre sonra Finnmark’a ulaşmışlar. Burada, bir Fin kadınının evine gelmişler. Bu ev oldukça sıcakmış. Kadın, balığın üzerindeki yazıları okumuş ve ardından balığı pişirip yemiş.
Gerda, kadına Kay’ın nerede olduğunu sormuş. Kadın:
“Kay, Karlar Kraliçesi’nin sarayında. Çünkü kalbinde bir ayna parçası var ve gözlerinde de parçacıklar bulunuyor. Bu yüzden her şeyi kötü ve çirkin olarak görüyor. Kalbi bir buz parçasına dönüştü. Ancak o aynanın parçaları çıkarılmadıkça, gerçek bir insan olamaz ve Karlar Kraliçesi’nin sarayında sonsuza kadar kalmak zorunda kalır. Ama senin saf ve masum bir kalbin var; bu, senin en büyük gücün. Saray buradan sadece altı kilometre uzaklıkta. Ren geyiği seni götürsün!” diye cevap vermiş.
Ren geyiği, Gerda’yı karlı bir alandaki çalılıkların yanına getirmiş ve onu kendi başına devam etmesi için bırakmış. Gerda, soğuk rüzgârların uğuldadığı boş arazide tek başına ilerlemeye başlamış. Kar taneleri durmadan ona saldırıyormuş. Bu kar taneleri, Karlar Kraliçesi’nin savaşçılarıymış ve sarayı koruyorlarmış. Ancak Gerda’nın cesareti ve azmi iyilik meleklerini etkilemiş. Melekler, kar tanelerini yenerek Gerda’nın yolunu açmışlar.
Karlar Kraliçesi’nin sarayı çok büyükmüş, saraydaki her şey buzdan yapılmış. Tüm saray, şeffaf cam gibi parlıyormuş. Büyük salonun ortasında “Mantık Aynası” olarak adlandırılan buzla kaplı bir göl bulunuyormuş. Karlar Kraliçesi, bu gölün ortasında oturuyor ve dünyada olup biten her şeyi izliyormuş.
Kay, Karlar Kraliçesi’nin hemen yakınında, buzdan yapılmış bir yedi taş oyunuyla oynuyormuş. Yüzü soğuktan morarmış gözüküyormuş. Karlar Kraliçesi ona şöyle demiş:
“Eğer bu taşlarla ‘sonsuzluk’ kelimesini oluşturabilirsen, kendi kaderinin sahibi olursun ve özgür kalırsın.”
Bunu söyledikten sonra Karlar Kraliçesi, bir yanardağı soğutmak için aceleyle saraydan ayrılmış.
Gerda, saraya girip Kay’ı gördüğünde, onu hemen tanımış ve sevinçle ona doğru koşmuş. Ancak Kay, soğuk ve duygusuz bir şekilde duruyormuş, hiç tepki vermemiş. Bunun üzerine Gerda’nın gözleri dolmuş. Gözyaşları bir pınar gibi akarak Kay’ın kalbine ulaşmış ve onun kalbine saplanan ayna parçasını eritmiş. Ve o an Kay gözlerini çevirip Gerda’ya bakmış.
Tam o sırada Gerda, eskiden Kay’ın en sevdiği şarkıyı söylemeye başlamış:
“Güller açtığında, Tanrı’yı görürüz.”
Kay, bu şarkıyı duyunca birden ağlamaya başlamış. Böylece, sıcak gözyaşları, gözlerindeki ayna parçalarını da eritip yok etmiş. Nihayet Kay, Gerda’yı tanımış ve birbirine sarılmışlar. Çevredeki buz parçaları bile bu mutlu an için dans etmeye başlamış. Sonunda yorgun düşüp yere atmışlar. Kay artık özgürmüş.
Kay, Gerda ile birlikte Karlar Kraliçesi’nin sarayından çıkmış. Dışarıda, onları bekleyen ren geyiği duruyormuş. Ren geyiği, ikisini önce Finn kadınının evine, ardından Lapland’daki yaşlı kadının yanına götürmüş. Yaşlı kadın, onlar için yeni kıyafetler ve bir kar kızağı hazırlamıştı. İkisi ona teşekkür ederek vedalaşmışlar ve evlerine doğru yola koyulmuşlar.
Bahar geldiğinde, Gerda ve Kay nihayet evlerine dönmüş. Eve döndükleri için tarifsiz bir mutluluk hissetmişler.
Henüz yorum yok