Bir zamanlar, bir adamın üç oğlu varmış. Sadece içinde yaşadıkları ev dışında başka bir mal varlıkları yokmuş. Üç kardeş de babalarının ölümünden sonra evi almak istiyormuş. Ama yaşlı adam, hepsine eşit sevgi beslediği için evi kime vereceğine karar verememiş. Evi satıp parayı onlara paylaştırabilirdi ama ev, atalarından kalma olduğu için onu satmaya da gönlü razı olmamış. Nihayet bir gün aklına çok iyi bir fikir gelmiş. Üç oğlunu yanına çağırmış ve şöyle demiş: “Şimdi hepiniz gidin birer meslek öğrenin. Öğrenip döndüğünüzde, hanginiz en iyiyse ev ona ait olacak.”
Kardeşler bu fikri memnuniyetle karşılamış. En büyük oğlu nalbant, ortanca oğlu berber, en küçük oğlu ise ünlü bir kılıç ustası olmaya karar vermiş. Tekrar eve dönüp yeteneklerini yarıştıracağı günü de belirledikten sonra hepsi meslek öğrenmek için yola koyulmuş.
Ne şanslılar ki hepsi de öğrenmek istediği mesleğin usta kişilerine denk gelmiş ve yüksek kaliteli zanaat öğrenme imkanı bulmuş. Nalbant, sadece kralın atına nal takmak için çalışıyormuş ve “Ev kesinlikle benim olacak!” diye düşünmüş. Berber, hep yüksek rütbeli kişileri tıraş edermiş. O da evin sadece ona ait olacağını düşünüyormuş. Ancak kılıç ustası, pek de kolay geçmeyen bir eğitim süreci yaşamış, birçok kez zorluklarla karşılaşmış ama yine de pes etmemiş. “Eğer korkarsam, evi asla alamayacağım!” diye düşünürmüş.
Belirlenen zaman geldiğinde, üç kardeş zamanında babalarının yanına dönmüş. Ancak yeteneklerini nasıl daha iyi göstereceklerini bilemedikleri için oturup tartışmaya başlamışlar. O sırada bir tavşan evin önündeki tarladan koşarak geçiyormuş.
“Hah! Tam zamanı!” diyen berber, hemen eline bir leğen ile sabun almış. Tavşan yaklaştığında, hâlâ koşmakta olan tavşana hızlıca sabun sürüp iyice köpürtmüş ve ona kısa ve tertemiz bir sakal tıraşı yapmış. Tıraş ederken asla tavşanın cildine bir zarar vermemiş.
“Harika iş çıkardın! Eğer kardeşlerin senden daha iyi değilse, ev senin!” demiş yaşlı adam.
Aradan çok geçmeden, bir soylu at arabasıyla hızla gelmiş.
Nalbant: “Baba, şimdi benim yeteneğimi göreceksin!” demiş.
Hızla arabanın peşine düşmüş ve koşarak atın ayaklarına dört yeni nal takmış.
“Güzel! Senin de diğer kardeşinden aşağı kalır yanın yok.” demiş baba. Ama bu sefer de kendisi biraz zor durumda kalmıştı.
“Evi kime vereceğim ben şimdi?” diye düşünmüş içinden karar kara. Bu sırada en küçük oğlu söze girmiş: “Baba, şimdi benim sıram geldi.”
Aniden yağmur yağmaya başlamıştı. en küçük oğlu kılıcını çekip başının üstünde çok hızlı bir şekilde çevirerek, suyun üzerine doğru düşmesini engellemeye başlamış. Yağmur giderek şiddetlenmiş ama o hâlâ ıslanmamış, sanki evin içindeymiş gibi görünüyordu. Babası bunu görünce çok şaşırmış ve “Senin yeteneğin en üst düzeyde, ev senin olsun!” demiş.
Babası kararı konuştukları şartlara göre vermişti, iki ağabey de bu sonucu kabul etmiş. Üç kardeş, birbirlerine duydukları bağlılıktan dolayı evde hep beraber yaşamaya karar vermişler. Artık kardeşlerin her biri kendi sanatında ustalaşmış ve akıllı oldukları için çok para kazanmışlar. Böylece mutlu bir yaşam sürmüşler, ta ki yaşlanana kadar. Sonunda kardeşlerden biri hastalanıp vefat etmiş, diğer iki kardeş bu duruma çok üzüldüğü için kısa süre içinde onlar da vefat etmiş. insanlar, kardeşlerin birbirini ne kadar çok sevdiğini bilen onları aynı mezara gömmüş.
Henüz yorum yok