cam şişedeki canavar

Bir zamanlar, her gün erken kalkıp geç saatlere kadar çalışan ve oldukça tutumlu bir şekilde yaşayan yoksul bir oduncu varmış. Bir süre sonra biraz para biriktirmiş ve oğluna şöyle demiş:

“Sen benim tek çocuğumsun. Kan ve terle kazandığım bu parayı seni okutup eğitmek için harcayacağım. İyi bir meslek öğren, ki ben yaşlanıp ellerim ve ayaklarım çalışmaz hale geldiğimde evi geçindirebilesin.”

Böylece, oduncunun oğlu okula başlamış. O kadar çok çalışmış ki öğretmenlerinden hep övgüler almış. Lise eğitimini tamamladıktan sonra üniversiteye gitmiş, ancak eğitimini bitirmeden önce, babasının ona verdiği para bitmiş. Bu yüzden okulu terk etmek zorunda kalmış.

Evine döndüğünde, babası ona üzüntüyle şöyle demiş:

“Artık seni daha fazla okutacak param yok. Şu anda sadece karnımızı doyuracak kadar kazanabiliyorum.”

“Sevgili babacığım, üzülme. Böyle olması gerekiyormuş demek ki, inanıyorum zorlukların içinde bizi bekleyen kolaylıklar da vardır.”

Ertesi gün, babası odun kesmeye gitmek üzereyken oğlu da ona katılmak istemiş.

“Peki, oğlum. birlikte gidelim. Ama sen buna dayanamazsın, çünkü ağır fiziksel işlere alışık değilsin. Ayrıca, tek bir baltam var, yeni bir tane almak için param da yok.” demiş babası.

“Endişelenme, komşulardan iyi bir balta ödünç alırız. Onlar kesinlikle bana bir süreliğine ödünç verirler, ben de para kazanıp yeni bir tane alır, onlara geri veririm.” diye cevaplamış oğlu.

Böylece babası, komşulardan bir balta ödünç almış. Ertesi gün sabah erkenden, baba ve oğul birlikte ormana gitmişler. Oğlu, babasının odun kesmesine seve seve yardım etmiş.

Öğle vakti, oduncu şöyle demiş: “Hadi biraz dinlenip yemek yiyelim.”

Oğlu, kendi ekmeğini almış ve şöyle demiş:

“Baba, sen dinlen, ben hiç yorulmadım. Ormanda biraz dolaşacağım, birkaç kuş yuvası arayacağım.”

“İnat etme de gel dinlen. Eğer şimdi her yeri dolaşırsan, biraz sonra kollarını kaldıracak halin kalmaz. Gel, yanıma otur.” demiş babası.

Oğlu, yine de ormanda dolaşmayı tercih etmiş. Hem de oldukça neşeliymiş ve keyifle yeşil dallara bakarak kuş yuvası arıyormuş. Ormanda yürürken, büyük ve sağlam bir meşe ağacı görmüş. Ağaç, o kadar geniş bir gövdeye sahipmiş ki, yaşının yüzlerce yıl olma ihtimali bile varmış. Çocuk, meşe ağacının altındayken şöyle düşünmüş:

“Kesinlikle bu ağaçta çok sayıda kuş yuvası vardır.”

Birden, bir hareketlilik fark etmiş. Dikkatle dinleyince, gerçekten de bir yerden gelen:

“Beni dışarı çıkar! Beni dışarı çıkar!” diye bağıran derin bir ses duymuş.

Etrafına bakınmış ama hiçbir şey görememiş, sanki ses yerin çok altından geliyor gibiymiş. O da hemen yüksek sesle bağırarak sormuş:

“Neredesin?!!!”

Sorusuna cevap gelmiş:

“Buradayım, yaşlı meşe ağacının köklerinin altındayım. Beni dışarı çıkar! Beni dışarı çıkar!”

Genç adam ağaç köklerinin etrafını kazmaya başlamış ve sonunda kazdığı çukurda bir cam şişe bulmuş. Çocuk cam şişeyi eline almış ve güneşe doğru tutarak bakmış; şişenin içinde çılgınca yukarı aşağı zıplayan kurbağaya benzer bir şey görmüş.

“Beni dışarı çıkar! Beni dışarı çıkar!” diye bağırmış yine. Ve genç adam düşünmeden şişenin tıpasını çıkarmış. Minik canavar cam şişeden hızlı bir şekilde dışarı fırlamış ve anında büyümeye başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar devasa bir dev haline gelmiş. Boyu genç adamın önündeki yaşlı meşe ağacının yarısı kadar olmuş.

“Sence beni serbest bıraktığın için ne tür bir ödül alacaksın?” diye sormuş canavar ona boğuk ve korkutucu bir sesle.

Genç adam korkusuzca: “Bilmiyorum. Nereden bilebilirim ki?” diye cevaplamış.

“Beni bıraktığın için boynunu kırmam gerekecek.” demiş canavar.

“Keşke daha önce söyleseydin, seni serbest bırakmazdım. Ama boynumu kırmadan önce konuşman gereken kişiler var.”

“Ne olursa olsun, hakkettiğini vermeliyim. Zannediyor musun ki, ben sebepsiz yere orada kapalıydım? Hayır, aslında bu bana verilen cezaydı. Ben güçlü Merkuryus’um, kim beni serbest bırakırsa onun boynuna kıracağımı söylemiştim.”

“Tamam.” dedi çocuk soğukkanlılıkla.

“Ama bu aceleye gelmez. Öncelikle, az önce bu küçük şişede oturan kişinin gerçekten de senin gibi devasa bir varlık olduğunu bana kanıtlamalısın. Tekrar içine girebilirsen, sana teslim olacağım.” demiş sonra da.

Canavar kibirle:

“Çocuk oyuncağı.” diye cevap vermiş ve vücudunu küçültmeye başlamış. Gittikçe küçülmüş ve sonunda şişenin ağzından içeri girebilecek kadar hale gelmiş. Canavar şişenin içine girer girmez, genç adam hızla şişenin tıpasını sıkıca kapatmış ve şişeyi eski yerine, ağacın köklerinin dibine geri atmış. Böylece canavarı alt etmiş.

Artık babasının yanına geri dönmeye karar vermiş. Ancak canavar ince bir sesle acıklı bir şekilde bağırmaya başlamış:

“Hey, beni dışarı çıkar! Beni dışarı çıkar!”

Genç adam kararlı bir şekilde: “Hayır!” diye yanıtlamış, çünkü asla böyle bir aptallığı tekrar yapmamalıymış.

Ancak canavar, yine de ona şartlarını kabul ettirmeye çalışmış. Boynunu kırmayacağına ve ona ömür boyu harcayamayacağı kadar büyük bir servet vereceğine dair söz vermiş.

“Büyük ihtimalle, bunu yaparak beni tekrar kandırmak istiyorsun.” demiş çocuk.

“Eğer kabul etmezsen, ayağına gelen servet ve zenginlik fırsatını kaçıracaksın ama.” demiş canavar ciddi bir şekilde.

“yemin ederim ki sana zarar vermeyeceğim.” diye yalvarmış.

Genç adam düşündükten sonra: “Bir kez daha riske girmeye değer, belki de bu sefer doğru söylüyordur.” demiş içinden.

Böylece, genç adam tekrar şişenin tıpasını çıkarmış, canavar dışarı çıkmış ve yine büyümeye başlamış.

“Şimdi ödülünü alma zamanı.” demiş dev.

Ona bir parça merhem benzeri bir şey vererek şöyle demiş:

“Bu merhemin bir ucunu yaraya hafifçe dokundur, yara hemen iyileşir; diğer ucunu ise hafifçe demire vur, demir gümüşe dönüşür.”

“Önce deneyip görmeliyim.” demiş çocuk ve bir ağacın yanına giderek, baltasıyla ağaç kabuğunun küçük bir parça kesmiş, sonra o şeyi kesik ağaç kabuğuna hafifçe dokundurmuş ve ağaç kabuğu gerçekten de sağlam haline geri dönmüş.

“Gerçekten işe yarıyor!” demiş çocuk heyecanla.

Sonra: “Artık gitmeliyim.” diye oradan ayrılmış.

Canavar çocuğa kendisini kurtardığı için teşekkür etmiş, genç adam da canavara bu hediyeyi verdiği için teşekkür etmiş, ardından kendi yollarına gitmişler.

Genç adam babasının yanına dönmüş, babası ona bu kadar zaman çalışmadığı için sitem ederek:

“Bu kadar zamandır ne yapıyordun?” diye sormuş.

“Zaten bu işi yapamayacağını söylemiştim.” demiş sonra da.

“Baba, lütfen kızma, telafi edeceğim.” demiş genç adam.

“Telafi mi edeceksin? Nasıl telafi edeceksin bakalım?” demiş babası biraz sinirlenerek.

“Baba, dikkatle izle beni. Tek bir darbe ile o ağacı devireceğim.” demiş ve o merhem gibi şeyi baltaya sürdükten sonra güçlü bir darbeyle baltayı ağaca vurmuş. Bu vuruşla baltanın demiri gümüşe dönüştüğü için baltanın bıçak kısmı biraz hasar görmüş.

“Baba, bak, ödünç aldığın şu baltaya bakar mısın, hemen yamulmuş.” demiş genç adam.

Babası hem şaşkın hem sinirli bir şekilde:

“Bu tamamen senin suçun! Şimdi gidip komşunun baltasını ödemek zorundasın. Onu nasıl ödeyeceksin? Gerçekten başımıza büyük bir iş açtın.” demiş.

“Sinirlenme. Baltayı ödeyeceğim.” demiş oğlu.

“Ah, aptal oğlum, Ne ile ödeyeceksin? Beş kuruş paran yok. Belki kafan çalışıyor ama odun kesmek hakkında hiçbir şey bilmiyorsun.” diye söylenmiş babası.

Bir süre sonra, genç adam babasına: “Baba, artık odun kesecek halim kalmadı, biraz dinlenelim,” demiş.

“Ne? Benim boş vaktim mi var sanıyorsun? Çalışmak zorundayım. Sen zaten burada bir işe yaramıyorsun, en iyisi eve dönmen.” demiş babası.

“Baba, ilk defa ormana geliyorum, tek başıma yolu bulamam. Birlikte eve dönelim” demiş ve babasının öfkesi biraz dindirmiş, birlikte eve dönmeyi de kabul ettirmiş.

Eve geldiklerinde, babası:

“Yamulan bu baltayı sat ve ne kadar eder öğren. Eksik kalan kısmı kazanıp komşuya yeni bir balta alacağız.” demiş.

Oğlu baltayı alıp bir kuyumcuya gitmiş, kuyumcu baltayı inceleyip tarttıktan sonra:

“Bu balta dört yüz gümüş para eder, ama elimde bu kadar nakit yok.” demiş.

Genç adam: “O zaman elinizde ne kadar varsa verin, geri kalanını size borç vermiş olayım.” demiş.

Böylece, kuyumcu ona üç yüz gümüş para vermiş ve ona yüz gümüş borçlu kalmış.

Genç adam eve döndükten sonra babasına: “Baba, artık paramız var. Baltası ne kadarmış, komşuya bir soralım.” demiş.

“Sormaya gerek yok, biliyorum. Bir gümüş eder.” demiş babası.

“O zaman ona iki gümüş verelim, iki katını ödeyelim.” demiş oğlu.

“Bak, paramız var. ” demiş ve babasına yüz gümüş vermiş, artık paralarının tükenmeyeceğini ve rahat bir yaşam sürebileceklerini söylemiş.

“Tanrı aşkına!” diye haykırmış babası.

“Bu kadar parayı nereden buldun?” diye sormuş.

Böylece, oğlu olanları babasına anlatmış. Genç adam kalan parasıyla okuluna dönmüş ve eğitimine devam etmiş. Daha sonra, canavardan aldığı şey ile her türlü yarayı iyileştirebildiği için dünyaca ünlü bir doktor olmuş.

Henüz yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir