akıllı çiftçinin kızı

Bir varmış, bir yokmuş… Bir zamanlar bir çiftçi varmış, o kadar fakirmiş ki bir parça toprağı bile yokmuş. Tek kızıyla birlikte, sahip oldukları küçük bir evde yaşıyorlarmış. Çiftçinin kızı bir gün şöyle demiş:

“Bence krala gidip bize bir arazi vermesini isteyelim.”

Kral, onların çok fakir olduğunu öğrenince, onlara bir parça çimenlik arazi vermiş. Kız ve çiftçi, bu arazide biraz tahıl ekmeye karar vermişler ve kazmaya başlamışlar. Birden, tarlada saf altından yapılmış bir havan bulmuşlar. Çiftçi, bu altın havanı krala vermeleri gerektiğini düşünmüş, çünkü bu araziye kralın merhametiyle sahip olmuşlardı.

Ancak çiftçinin kızı, buna karşı çıkmış ve şöyle demiş:

“Baba, havan ve dövme tokmağı birlikte olmalı. Bizim sadece havanımız var, ancak kral bizden dövme tokmağının nerede olduğunu da soracak. O zaman ne yapacağız? Bence vermeyelim!”

Babası, kızının uyarılarına kulak asmamış ve havanı krala sunmuş, umarım kral bunu bir hediye olarak kabul eder diye düşünmüş. Kral, altın havanı kabul etmiş ancak dövme tokmağını da getirmesini söylemiş. Çiftçi, altın dövme tokmağını bulamadığını defalarca açıklamış, ancak kral onun yalan söylediğini düşünmüş ve onu zindana atmış.

Zindanda çiftçi ve diğer mahkumlar aynı şeyi yiyorlarmış, sadece çok az ekmek ve su veriliyormuş. Çiftçi, kızının sözlerini dinlemediği için çok pişman olmuş ve sürekli olarak:

“Ah, keşke kızımın sözünü dinleseydim!” diye ağlamış.

Zindan görevlileri bu sözleri duyup, krala bildirmişler.

Bunun üzerine kral, onlara çiftçiyi getirmelerini söylemiş ve ona:

“Kızın sana ne demişti? Neden sürekli ‘kızımın sözünü dinleseydim’ diye ağlıyorsun?” diye sormuş.

“Benim kızım altın havanı size sunmamı istemedi. Eğer sunarsam, sizin mutlaka altın dövme tokmağını da getirmemi isteyeceğinizi söyledi.” diye cevap vermiş çiftçi.

Kral bunu duyduktan sonra çiftçiye şöyle demiş:

“Kızın gerçekten bu kadar akıllı mı? Ben inanmıyorum, onu getir, ben kendim görmek istiyorum.”

Çiftçinin kızı saraya gelmiş. Kral ona şöyle demiş:

“Senin gerçekten babanın dediği gibi akıllı olup olmadığını görmek istiyorum. Senden zor bir şey isteyeceğim, eğer başarırsan, eşim olacaksın.”

“Tamam, denemek isterim.” demiş çiftçinin kızı.

Bunun üzerine kral şunları söylemiş:

“Saraya gelmen gerekiyor, ancak gelmek için ne kıyafet giymelisin, ne de çıplak olmalısın. Ne atla gelmelisin, ne de arabayla. Ne ana yolda yürümen gerekir, ne de kenar yolda. Eğer bu şartlara göre buraya gelebilirsen, eşim olacaksın.”

Kız evine geri dönmüş, tüm giysilerini çıkarmış ve büyük bir balık ağını etrafına sararak kendisini sarmış. Ardından bir eşek kiralamış, eşeğin kuyruğuna balık ağını bağlamış ve eşeğin onu, balık ağında sarılı şekilde saraya taşımasını sağlamış. Yol boyunca sadece iki büyük ayak parmağı yere değiyormuş, böylece kralın tüm isteğini yerine getirmiş.

Kral, kızın başardığını görünce, hizmetkarlarına çiftçiyi serbest bırakmalarını söylemiş ve verdiği sözü tutarak onunla evlenmiş. Kral, tüm kraliyet mallarını ona yönetmesi için vermiş, ancak onun hiçbir şekilde devlet işlerine karışma izni vermemiş.

Birkaç yıl sonra, sarayda şöyle bir olay olmuş; Birkaç çiftçi, odunlarını satıp arabalarını sarayın önüne bırakmışlar. Bu arabaların, bazıları inekle, bazıları ise atla çekiliyormuş. Bir çiftçi, üç at kullanarak arabasını çekiyormuş ve bir at yavruladıktan sonra, yavru at, başka bir arabayı çeken iki ineğin arasına girmiş. Çiftçiler arasında tartışmalar başlamış, bağırıp çağırmışlar, birbirine eşyalar fırlatmışlar. İneği sahibi, yavru atı kendi malı olarak kabul etmek istemiş ve onun bir inekten doğduğunu söylemiş. Atın sahibi ise, yavru atın onun olduğu için kendisine ait olduğunu savunmuş.

Sonunda, durumu çözmeleri için kral çağrılmış. Kral, yavru atın ineklerin yanında yatmasını göz önünde bulundurmuş ve onun inek sahibine ait olduğuna karar vermiş. Böylece ineğin sahibi yavru atı almış, atın sahibi ise üzülüp ağlamış, çünkü yavru atın gerçek sahibi kendisiydi.

At sahibi, kraliçenin fakir bir çiftçinin kızı olduğunu ve akıllı, merhametli biri olduğunu duymuş. Bu yüzden kraliçeye başvurmuş ve ona, kendisinin hak ettiği yavru atı geri alması konusunda yardım etmesini istemiş.

“Ben sana bir fikir verebilirim, ama bunun benim planım olduğunu kimseye söylememelisin.” demiş kraliçe ve sözlerine devam etmiş:

“Yarın sabah erken saatlerde, kral askerleri teftişe gideceği yolu geçerken, yolun ortasında dur ve balık ağını tutarak sanki sürekli balık tutuyormuşsun gibi yap. Sonra ağın doluymuş gibi sallamaya devam et.”

Kraliçe, sonrasında ona kralın sorularına nasıl cevap vereceğini de anlatmış.

Çiftçi, kraliçenin dediği gibi, ertesi sabah erkenden yola çıkıp, balık tutar gibi balık ağını tutarak yolda durmuş. Kral bunu görünce çok şaşırmış ve hizmetkarlarına çiftçinin ne yaptığını sormalarını emretmiş.

Çiftçi: “Ben balık tutuyorum.” demiş.

Hizmetkar şaşkın bir şekilde: “Burada su yok, nasıl balık tutabilirsin?” demiş.

Çiftçi: “İnek bile yavru at doğurabiliyorsa, neden su olmayan bir yerde balık tutamayayım değil mi?” demiş.

Kral, hizmetkârından çiftçinin söylediklerini duyduktan sonra çiftçiyi çağırmış ve ona şöyle demiş:

“Bu sözleri sana kim öğretti? Kendi başına bunu düşünemezdin, hemen gerçeği söyle!”

Çiftçi, bu sözlerin tamamen kendisine ait olduğunda ısrar etmiş, kraliçeye verdiği sözü tutmuş. Ama kral buna inanmamış ve çiftçiyi, bir tutam buğday samanının üstüne yatırıp dövmeleri için adamlarına emir vermiş. Çiftçi dayanamamış ve sonunda her şeyin kraliçe tarafından öğretilmiş olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.

Kral saraya döndükten sonra kraliçeye şöyle demiş:

“Beni kandırdın, artık benim karım değilsin. Hemen o küçük evine geri dön . Ancak, sana bir veda hediyesi vereceğim. Buradan giderken en sevdiğin bir şeyi yanına alabilirsin.”

Kraliçe bu sözleri duyunca: “Tamam, kralım, söylediklerine tamamen uyacağım.” demiş.

Kraliçe, eline bir bardak su almış ve içine güçlü bir uyku ilacı koymuş, sonra bu suyu krala ikram etmiş. Kendisi biraz içmiş, ama kral büyük bir yudum almış. Kısa bir süre sonra kral derin bir uykuya dalmış. Kraliçe, hizmetkârlarından kralı kapıdaki arabaya koymalarını istemiş. Kendisinin yönettiği arabayla kralı eski küçük evine götürmüş. Kral, bir gece bir gündüz uyumuş.

Kral uyandığında, yabancı bir yerde olduğunu fark etmiş ve:

“Tanrım, ben neredeyim?” demiş.

Hizmetkârlarından hiçbiri yanına yokmuş.

Sonunda kraliçe, kralın yatağının başında belirmiş ve şöyle demiş:

“Saygıdeğer kralım, bana sarayda en sevdiğin şeyi yanımda götürebileceğimi söylemiştin, bu yüzden seni buraya getirdim.”

Kral çok duygulanmış, gözyaşları içinde:

“Artık hiç ayrılmayalım, sevgili karım!” demiş.

Ardından kral ve çiftçinin kızı birlikte saraya dönmüşler ve mutlu bir şekilde yaşamışlar!

Henüz yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir