Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar , bir kral ve yedi güzel kızı varmış. Prensesler çok mutlu bir hayat yaşıyorlarmış, sık sık birlikte oyun oynarlarmış. Sarayda birçok oyuncak varmış ve hepsi birer ustalık işiymiş; en küçük prensesin en sevdiği oyuncağı ise sahip olduğu altın topuymuş.

Sarayın yakınlarında karanlık bir orman varmış, küçük prenses sık sık ormanda tek başına oynayarak dolaşırmış. En sevdiği oyuncak olan altın topunu havaya bir atıp bir yakalarmış. Ormanda eski bir bodhi ağacının altında bir kuyu varmış ve küçük prenses bu kuyunun kenarında oturmayı çok severmiş, çünkü kuyunun suyu her zaman serin olurmuş. Sıcak yaz günlerinde, burası gerçekten gelinmesi gereken harika bir yermiş!

Bir gün, küçük prenses topunu havaya fırlatırken topu yakalayamamış ve top kuyunun içine düşmüş. Küçük prenses çok üzülmüş. Kuyu çok derinmiş, dibini görmek mümkün değilmiş. Küçük prenses ağlamaya başlamış, ağlama sesi giderek yükselmiş. O sırada, aniden bir ses gelmiş:

“Ne oldu, küçük prenses? Bu kadar üzülmenin sebebi nedir?”

Küçük prenses sesin geldiği yöne dönmüş ve bir kurbağanın kuyudan çıkıp kenara zıpladığını görmüş.

“En sevdiğim topum kuyunun içine düştü, bu yüzden ağlıyorum.” demiş prenses.

Kurbağa: “Ağlama, bir yol bulabilirim. Eğer topunu geri getirirsem bana ne vereceksin?” diye sormuş.

Küçük prenses: “Sevgili kurbağa, istediğin her şeyi verebilirim; giysilerimi, inci ve mücevherlerimi, hatta altın tacımı bile.” demiş.

Kurbağa: “Giysilerini, inci ve mücevherlerini ya da altın tacını istemiyorum. Tek istediğim, seninle arkadaş olmak, içeceğinden içmek ve seninle beraber yaşamak. Eğer bunları kabul edersen topunu getiririm,” demiş.

Küçük prenses, topunu getirebilirse eğer kurbağanın isteklerini kabul edeceğini söylemiş. Ancak içinden kurbağaların insanlarla arkadaş olamayacağını düşünmüş. Kurbağa sözü aldıktan sonra suya dalmış, kısa bir süre sonra topu ağzında tutarak tekrar yüzeye çıkmış. Küçük prenses, en sevdiği oyuncak topunu tekrar görünce çok mutlu olmuş ve topunu alıp hızla koşmaya başlamış.

“Bekle, bekle! Beni de yanına al, ben senin kadar hızlı koşamam.” diye bağırmış kurbağa.

Kurbağa prensesin arkasından bağırmaya devam etmiş ama küçük prenses hiç dinlememiş ve evine dönmüş. Kısa sürede kurbağayı unutmuş.

Ertesi gün, küçük prenses babası ve kız kardeşleriyle birlikte yemek masasına otururken, mermer basamaktan bir şeylerin tırmandığını duymuş. Ve tam bu sırada kapı çalınmış.

“Küçük prenses, küçük prenses, kapıyı aç!” diye bağırma sesi gelmiş.

Küçük prenses kapıyı açtığında, kurbağanın kapıda oturduğunu görmüş. Hemen kapıyı kapatmış ve masaya dönmüş. Oldukça korkmuş.

Kral kızının bu korkmuş halini görünce:

“Kızım, neden korkuyorsun? Kapının dışında seni yakalamak isteyen bir dev mi var?” diye şaka yaparak sormuş.

“Hayır, kapının dışında bir dev yok, sadece can sıkıcı bir kurbağa!” demiş küçük prenses ve geçen gün yaşadıklarını anlatmış. Şimdi o kurbağa kapıda, beni bulmaya gelmiş. Kapı tekrar çalınmış ve bağırma sesi gelmiş:

“Kapıyı aç, küçük prenses! Verdiğin sözü unuttun mu?” demiş kurbağa.

Kral: “Ne söz verdiysen onu yerine getirmelisin. Kapıyı aç.” demiş.

Küçük prenses mecbur kalıp kapıyı açmış. Kurbağa içeri zıplamış ve küçük prensesin yanına oturmuş.

“Beni kaldırıp koltuğa oturt.” demiş kurbağa.

Küçük prenses tereddüt etmiş ama sonunda kralın emriyle kurbağayı kucağına alıp koltuğa oturtmuş. Kurbağa koltuğa çıktıktan sonra masaya geçmek istemiş.

“Altın tabaklarını bana yaklaştır, birlikte yiyelim.” demiş kurbağa.

Küçük prensesin kurbağanın bütün isteklerini yerine getirmesine rağmen, bunu ne kadar isteksiz yaptığı her halinden belliydi. Kurbağa keyifle yemek yerken, küçük prenses neredeyse bir lokma bile yiyemedi.

Sonunda, kurbağa: “Artık doydum ve yoruldum, beni yatak odana taşı, ipek yatağında uyumak istiyorum.” demiş.

Küçük prenses bunu duyunca ağlamaya başlamış; onun güzel temiz yatağında uyumasını istememiş. Kral, sözünü tutmasını emrettiği için küçük prenses kurbağayı iki parmağıyla tutarak yatak odasının köşesine koymuş. Ancak kurbağa yatağın kenarına gelip:

“Yorgunum, senin gibi rahat uyumak istiyorum. Beni yatağa koy, yoksa babana haber veririm.” demiş.

Küçük prenses çok sinirlenip, kurbağayı alıp duvara fırlatmış. Kurbağa çok üzülmüş. Ancak günler geçtikçe küçük prenses yaptığının kaba bir hareket olduğunu anlamış ve kurbağaya daha iyi davranmaya başlamış. Bir gün oynarken küçük prenses kurbağanın elini tutmuştu ve şaşırtıcı bir şekilde kurbağa artık bir kurbağa değil; yakışıklı bir prens olmuştu.

Meğerse prens bir cadının kötü büyüsüne maruz kalmış ve sadece bir prenses onu kuyudan kurtarıp büyüyü bozabilirmiş. Prens, küçük prensese onu kurtardığı için teşekkür etmiş ve ona evlenme teklifinde bulunmuş. Küçük prenses kabul etmiş. Ertesi sabah, sarayın önüne sekiz beyaz atın çektiği bir araba gelmiş; atların başları beyaz tavus kuşu tüyleriyle süslenmişti ve atların vücutlarında gümüş zincirleri vardı. Araba prens ve prensesi prensin krallığına geri götürmüş ve orada mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmüşler.

Henüz yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir