kulkedisi masalı

Bir zamanlar, bir kasabada, akıllı, güzel, iyi kalpli tatlı bir kız yaşarmış. kızın annesi, o küçük yaşlardayken hastalıktan vefat etmiş. Bir süre sonra babası yeniden evlenmiş. Babasının evlendiği kadının da iki tane kızı varmış.

“Vay, şimdi iki tane ablam olacak, çok eğleneceğiz!” diye sevinmiş kız içten içe.

Ancak, kızın heyecanı kısa sürmüş. Çünkü üvey annesi kıza hiç de iyi davranmıyor, hatta eziyet ediyormuş.

“Hadi temizlik yap, bitirdikten sonra daha yemek yapman gerekiyor!” demiş.

Üvey annesi tüm işleri ona yaptırıyormuş. Kız sürekli ocak başında durmaktan toz kül içinde kalıyormuş. Bu yüzden kötü kalpli üvey ablaları:

“Ne kadar iğrenç ve kirli! Külkedisi, külkedisi!” diye dalga geçerlermiş.

Böylece ona hep “Külkedisi” diye seslenmişler.

Bir gün, ülkenin prensi, neredeyse tüm evlerin kızlarını saraya ziyafete davet etmiş.

“Sarayı ziyarete gelin, ziyafete katılmak için mutlaka gelmelisiniz.” diye saray bekçileri sokaklarda bağırıyormuş.

Kızlar prensin davetini duyunca çok sevinmişler.

“Harika! Saraya gitmek için güzel bir elbise giymeliyiz!”

“Hangi elbiseyi giymeliyim? Hangi ayakkabıyı tercih etmeliyim?”

“Saçımı nasıl yapmalıyım ki güzel görünsün?”

Külkedisi’nin üvey ablaları heyecanlı bir şekilde hazırlık yapıyormuş. Saraya gidilecek gün, o ise hâlâ ev işlerini yapmak zorundaymış.

Üvey ablaları: “Külkedisi, neden bu kadar yavaşsın? Hala süpürmeyi bitirmedin mi?” diye onu azarlıyorlarmış.

Külkedisi su kovasını alarak dışarı çıkarken, gözyaşlarını tutamamıştı. Sonra kendi küçük odasına gitmiş. Aynaya baktığında yüzü toz ve kir içinde, üzerindeki kıyafetler de çok kirliymiş. Bu durum onun moralini bozmuş.

“Ah! Keşke prensin balosuna ben de katılabilsem!” diye üzülmüş.

“Saray nasıldır çok merak ediyorum.”

Ama bu kirli elbiseyle nasıl saraya girip prensin balosuna katılabilirdi ki? Üvey kızlar o kadar heyecanlı ve neşeliymişler ki, Külkedisi ise temizlik yapıp yemek pişirmekle meşgulmüş.

“Külkedisi! Külkedisi! Hadi gel buraya! Neredesin? Baloyu kaçıracağız!”

Üvey ablaları bağırarak onu çağırıyormuş. O da hızla yanlarına koşmuş ve her zamanki gibi hizmet etmeye başlamış.

“Külkedisi hadi güzel bir saç yap bana!

“Ayakkabıları getir!”

“Hadi, hadi elbisemi giydir! Eğer şık giyinmezsem prens bizim yoksul olduğumuzu düşünecek, ne kadar utanç verici!”

Üvey kızlar telaşlı bir şekilde konuşuyormuş. Külkedisi, üvey ablalarının saçlarını taramış, elbiselerini giydirmiş.

“Fayton geldi, gidelim!”

İki üvey kız anneleriyle birlikte gösterişli kıyafetleriyle dışarı çıkmışlar. Fayton gittikten sonra, Külkedisi evde yalnız kalmış. Külkedisi çok yalnız ve üzgün hissetmiş. Saraya gitme şansı olmadığını düşünmüş. Külkedisi ocak başında ağlamaya başlamış. Sabırlı olmaya çalışsa da, sarayı düşününce tekrar üzülüyor ve ağlıyormuş…

“Üzülme, Kızım!” Külkedisi’nin arkasından bir ses gelmiş.

“Hı!” Külkedisi korkarak dönüp bakmış, arkasında yaşlı bir kadın duruyormuş.

Yaşlı kadın Külkedisi’ne: “Neden ağlıyorsun?” diye sormuş.

Külkedisi gözyaşlarını silerek: “Ben de saraydaki davete gitmek istiyorum!” demiş.

Yaşlı kadın başını sallayarak: “Bu zor bir şey değil!” demiş.

“Nasıl? Ama bu mümkün olsa bile bu kirli kıyafetimle nasıl saraya gidebilirim?” demiş Külkedisi üzülerek.

Yaşlı kadın bir sopa alarak yerdeki bir balkabağına hafifçe vurarak şık bir faytona dönüştürmüş. Meğerse yaşlı kadın bir periymiş! Külkedisi çok şaşırmış. Yaşlı kadın gülümseyerek:

“Görüyorsun ki araç hazır, ama atımız eksik!” demiş.

Yaşlı kadın fareleri çağırıp sopa ile farelere dokununca, fareler hemen birer ata dönüşmüş. “Artık binebilirsin.” Demiş peri.

Ama Külkedisi hala faytona binmemişti. Yaşlı kadın:

“Neden binmiyorsun?” diye sormuş.

Külkedisi: “Şey… ben…”

“Ah, anladım! Yaşlılık işte, bu kirli elbiseyle saraya gidemezsin. Tamam, tamam! Biraz bekle!”

Yaşlı kadın sopasıyla Külkedisi’nin elbiselerine dokunmuş. Birden Külkedisi’nin kirli elbiseleri parıltılı, yeni giysilere dönüşmüş.

“İnanamıyorum! Ne kadar güzel!” Külkedisi büyük bir sevinçle çığlık atmış.

Külkedisi, doğduğundan beri hiç böyle güzel bir elbise giymemişti. Yaşlı kadın, Külkedisi’ne güzel bir kristal ayakkabı da vermiş.

“Artık sen gerçek bir prenses oldun! Ancak, 12’ye kadar geri dönmelisin…” demiş yaşlı peri.

“Teşekkür ederim, Hoşça kal!” diyerek arabasına binip saraya doğru yola çıkmış külkedisi.

Külkedisi sarayın salonuna girdiğinde:

“Vay! Ne kadar güzel! Bu hangi ülkenin prensesi?” diyerek Külkedisi’ni büyük bir hayranlıkla izlemiş herkes. Prens, Külkedisi’nin yanına gelip:

“Dans etmek misin?” demiş.

Külkedisi, bir kelebek gibi hafif ve yetenekli adımlarla dans etmiş. Külkedisi’nin üvey ablaları, prensle dans eden prensesin, külkedisi olabileceğini aklının ucundan bile geçirmemişler.

Üvey ablalar: “O prensesi kıskanıyorum! Çok güzel görünüyor ve harika dans ediyor!” diye uzaktan fısıldayarak konuşuyormuş. Külkedisi uzun süre dans etmiş.

Prens: “Prenses! Hangi ülkedensiniz?” diye sormuş.

Ama o sadece bir büyüyle prenses olmuştu! Saat 12 olduğunda, Külkedisi prense: “Hoşça kal!” deyip aceleyle koşarak uzaklaşmış.

Prens arkasından koşarak: “Prenses, lütfen bekle!” diye bağırmış. Külkedisi ise “Eğer eski halime dönersem, bu çok kötü olur!” diye düşünüp koşmaya devam etmiş. Merdivenlere geldiğinde kristal ayakkabısının birini düşürmüş.

“Prenses! Prenses! Lütfen bekle!” diye bağırmış prens.

Külkedisi hızla koşarak şatonun dışına doğru kaçmış. “Hızlanmazsam, çok geç olacak.” diye düşünmüş. Külkedisi hemen faytona binmek istemiş ama faytonu görememiş. Çünkü fayton çoktan balkabağına dönüşmüştü. Büyü etkisini yitirmişti. Atlar tekrar farelere dönüşmüş ve etrafta koşuyorlardı. Külkedisi, kendisine giydirilen güzel giysilerin de eski kirli kıyafetlere dönüştüğünü fark etmiş.

Külkedisi, ay ışığında yalnız başına zor bir yoldan eve doğru yürümüş. Evine nihayet ulaştığında, şükürler olsun ki, üvey annesi ve kızları henüz dönmemişti. Külkedisi arka kapıdan sessizce içeri girmiş ve her zamanki gibi ocak başına oturmuş, odunları yakmış, evi süpürmüş ve yemek yapmış.

O günkü davetten sonra, prens her gün Külkedisi’ni düşünmüş. Ancak, kimse prensesin kim olduğunu öğrenememiş. Tek bir kanıt kalmıştı: onun kristal ayakkabısı. Bunun üzerine prens saray çalışanlarına bu ayakkabıyı giyebilecek kızı bulmalarını emretmiş. Ev ev gezip, bu ayakkabıyı tüm kızlardan denemelerini istemişler.

Sonunda deneme sırası Külkedisi’ne gelmiş. Kristal ayakkabı Külkedisi’nin ayağına tam uyuyormuş!

“İşte bu, aradığımız prenses bu!” diye sevinmiş saray çalışanları.

Onun üvey ablaları çok şaşırmıştı bu duruma. Külkedisini saraya götürmüşler, eski kirli kıyafetlerini çıkarıp şatafatlı giysiler giydirmişler. Artık bu kıyafetler büyüyle yapılmış olmadığı için Külkedisi artık endişelenmek zorunda değildi. Prens, onu bulduğu için çok sevinçliydi.

Kısa bir süre sonra, Külkedisi ve prens büyük bir düğünle evlenmişler. o günden sonra mutlu ve neşeli bir hayat sürmüşler…

#

Henüz yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir